26 Nisan 2009 Pazar

Batının En Hızlı Çakmak Çıkartan Adamı ve onun sıradışı bir pazar günü

Bugun garip bir gün oldu.

Evde malak gibi oturmuş naapsam diye düşünürken Efe aradı. Taksimdeymiş, ben de "Hah! dedim, işte beklediğim telefon." Sonra buluşup sinemaya uzun zamandır beklediğim "Canavarlar Yaratıklara Karşı" adlı filme gideriz diye konuştuk. O sırada devam ettiğim Catan elini bitirip, bir duş alıp, ödevleride gece yaparım diyip erteliyerek vurdum kendimi yola.

Levente geldiğim de, Durum raporu almak için Efe'ye telefon açtım. İyi ki de açmışım. Çünkü Efe "Abi ben Ahmetlere geldim, takılıcaz sanırım burda..." diyerek. Beni derin elemler içerisinde bıraktı. Tüh ulan dedim, ekildik görüyor musun?! Sonra bir kaç arkadaşımı daha aradım. Hiçbiri gelmeye müsait değildi. Eh dedim yıllar sonra yalnız bir sinemaya gidecekmişiz bugün. İçimde buruk bir heycanla hayatımın ilk 3 Boyutlu filmine "18.50 tl" istemeden de olsa verip biletimi ve gözlüğümü aldım. Heralde gözlüğüde satın aldık deyip, kendimi bir güzel kandırdım. Filmi beklerken bi kaç arkadaşımı daha aradım. Ondanlardan da "ı ıh" cevabını alınca umudumu iyice yitirdim. Yalnızığıma salırıp D&R da biraz kitap baksam vakit geçer diye düşünüp oraya yöneldim. Hakikaten de kitaplar beklediğimden çok iyi bir performans çıkardı. Sadece bir kitap almış olmama rağmen, film başlamadan önce bir sigara içmeye zor vakit buldum. İşte ne olduysa o ara oldu.

Kapıda ada vapuru gibi duman çıkartıp, sigaramı bir an önce bitirmeye çalışırken insaların garip garip baktığı kel, ceket altına bol pantolon giymiş, siyahlar içerisindeki adama; tam karşımda duran, bu adamın yüzünü görebilen gençlerden biri "Aaa Cem abi, naber?" dedi pişkin pişkin. Yüzünü bana dönünce baktım ki "Ulan hakkaten: Aaa Cem abi, naber?" dedim içimden ben de. Cem Yılmazıdı, çünkü gördüğüm. Arkadaşına "Bugun kimi gördüm bil bakalım?" diyebileceğin kadar şöhrete sahip, sevdiğin ya da ilgilendiğin bir insandı. Neyse bu şaşkınlığı üzerimden atıp, liberal, saygılı, entellektüel kimliğime geri dönüp: " Cem Yılmaz'sa, Cem Yılmaz. Bıktırma adamı tonla şaka yapıyor zaten, onu görünce densizlik yapanlarla ilgili. Sıradan vatandaşa tepkin ne oluyorsa onu yap dedim." ve dikkatimi onun üzerinden çekip yanlızlığıma tekrar sarılmaya çalıştım. Başkalarının uzaylı bakışları içerisinden sıyrılmaya çalıştığını düşündüğüm adamcağız, kapıda duran dumalı kalabalığın biraz daha dışına yöneldi. Ağzında yanmamış sigarasıyla ceplerini karıştırmaya başladı, e tabi cekette en az 4 pantolonunda 6 tane tane cep olduğu için bu süre biraz uzun oldu. İyi ki de uzun oldu.

Çünkü bu sırada başlıkta yazdığım adam olduğum iddamı kanıtlama fırsatı yakaladım. Uzaylıya bakar gibi bakan insanlar bakmaya devam ederken, ben bunca yıldır edinmiş olduğum reflekslerle çakmağımı uzattım; "Buyrun, burdan yakın." dedim. Meğer o sırada tam çakmağına ulaşmış, cebinden çakmaklı elini çıkartıp elimden çakmağı alarak "Batının En Hızlı Sigara Yakan Adamı" edasıyla sigarasını yakıp, çakmağımı bana geri uzattı. Teşekkür etti. Rica ederim dedim. İyilik yapmış olmanın verdiği ve bunu ünlü birisine, ünlü birisi değilmişçesine yapmış olmanın verdiği devasa göt kalkılığı ile götüm sallana sallana tekrar dumalı kalabalık içerisinde ki yerime geçtim. İyi bir şey yapıp gözlerimi ondan kaçırdım. Çünkü biliyorum; baksaydım nalet olasıca egom, tüm ezikliğiyle bu götü biraz daha büyütmeye çalışacaktı...

Koca götüm ve kulaklarıma varan gülümsememle sigaramı söndürüp içeri girdim. Film daha başlamamıştı. Bir kaç dakika boyunca egomun tasmasını çekip, götümü sinema koltuğuna sığacak ebatlara getirmeye çalıştım. Aldığım kitaba yönelip duygu ve düşünce hissiyatının biraz geçmesinden sonra kendimi köşeye çekip fırçaladım. "Haksız bir şekilde kimseyi kullanıp kendini götünü büyütmeye hakkın yok evladım!" dedim kendi kendime. Egom da hatasını anlıyınca hep beraber onun kulaklarını çektik. Sinemaya 18.50, kitaba 9,50 verdiğim bu çok da zengin olmadığımı düşündüğüm zamanlarda, yeterince savurganlık yaptığımı düşünüp; sadece bir su almaya kalkıştım. Suya "2.50 tl" vermenin acısıyla bu duygu düşünce selinden tamamen uzaklaştım.

Tekrardan sinemada 3 Boyutlu nasıl oluyor heycanına döndüm. Filmin başlarında epey kurcaladım. Sonradan anladım ki görüntüsü kötü diye indirmediğim film aslında gözlüksüz bakınca bok gibi, korsan çekimmiş gibi gözüküyormuş meğer. Doruk'un değişiyle bu "Köylü!"lüğüme çok güldüm. Verdiğim para kadar değiceğini düşünmesemde iyi oluyor 3 boyutlu sinema en azından artık o kadar merak etmiyorum. Filme dönersek, film güzeldi zaten önceden trailerinden falan takip etmiştim. Beklediğimin üstünde olmasa da beklediğim gibiydi. Belki de özensiz olduğunu düşündüğüm Türkçe düblajı yüzünden, çoğu zaman diyaloglara kitli espirilerin tam anlamıyla yaşatılamamasıydı bu beklentimin üstüne çıkmama sebebi. Bundan başka da film hakkında birşey söylememe gerek yok heralde. Neyse araya çıktık. Tabiki sigara içmek için kapının önüne çıktım.

Sigara içerken tabi ki bu sefer "Aaa Cem abi, naber?" olmadı, onun yerine Cem bey kapıdan çıktı, birbirimize selam verir bakışları attık. Ama bu sefer Cem bey dumanlı kalabalığın uzağına değil, tek olan ve benim kaptığım kül tablasının yanına geldi. Gene sessiz bir biçimde sigara içerken egom kafesinden kurtulup, kıçımı balon gibi şişirmeye devam etti. Göz ardı ettim, bu durumda engel olamayacağımı bildiğim için. Çünkü imkanı yoktu susturmanın, hiç tanımadığınız ama yan komşunuz olan insanlarla asansörde karşılaşmak gibi birşeydi bu. Ne kadar kuul olursanız olun; samimi olsam mı, yoksa olmasam mı, neyden bahsetsem havadan mı, yoksa memnun olmadığım yöneticiyi mi çemkirsem gibisinden düşünce sellerini, çelişkilerini elbet yaşıyacaktım. Bundan kaçış yoktu. Ve tabiki bu muhabbete dalma girişimi sinemada olduğumuza göre film üzerinden başlıyacaktı. İnanın deli gibi merak ettim hangi filme gittiğini. Ve sinemada ki mevcut filmler arasından gidebileceğini düşündüğüm hiç bir film yoktu. Muhabbete girmek bir yana sadece bunu öğrenmek için bu soruyu sorabilirdim. Bunun sonucunda da önümde iki seçenek vardı:

1-Cem Yılmaz'la muhabbete girmek için ona çakmak uzatan yalaka gibi gözükme riskini sırtlanıp, onunla kısa da olsa birşeyler konuşurduk. Kim bilir belki beni son model arabasıyla köprüye kadar atardı bile... Bu diyalog bittikten sonra, götüm gene tavan yapmasın diye kendime hayatımın sonuna kadar kimseye anlatmıyacam diye yemin edip; karşılaştığım ilk tanıdığa "Biliyor musun sağ elimle onun elini sıktım! Arabasına bindik, sigara uzattı bana!" diye çığlıklar atardım kesin. Götüm 1500 km2 bir şekilde haftalarca dolaşır, herkese anlatırdım.

2-Ya da ulan adam bir pazar günü keyfine çıkmış yalnız başına, zaten herkes deli gibi heriften faydalanmak için yerden ot gibi bitiyor. Yapmamalıyım, bu zevki bir insana çok görmemeliyim diyip, bugun yaşadıklarımla yetinirdim.

Ben de o anda elinde kalmış son şey olan bu yalnızlığa sarılmış biri olarak, 2. sini seçmenin daha ahklaklıca olduğunu düşündüm ve hiç bir muhabbete girme çabasında bulunmadım. Belki de bulunmalıydım, belki de nasıl benim o an bir başkasına ihtiyacım olduğu gibi onun da bir başkasına ihtiyacı olabilirdi, "Kim bilir"... E o zaman ben bilmiyorsam, böyle bir işe kalkışmamalıyım deyip bu karara kendimi bir kez daha ikna ettim.

Bu son diyeceğim belki biraz "Kedi uzanamadığı ciğere, mundar der." deyişini andırabilir, ama ben öyle düşünmüyorum. Gün sonunda kafamda netleşen şey şuydu: " Cem Yılmaz gibi olmak istiyorum bazen, peki sadece getirdiklerini bir yana bırakırsak bunun benden götüreceklerini ne kadar umursayacağım?"... "Çok."

Bu uzun yazıya katlanan herkese çok teşekkür ederim. Sonun da bitti canlarım.

not: Bu arada Efe'yi satıcı bilmeyin, sonradan mesaj attı. Özür diledi, mühim ve acil bir durum varmış. Ondan öyle olmuş. Öpüyorum kendisini çok. Saol Efecim sen eğer bugun gelseydin, bunların bir çoğu olmayabilirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder